MEHMET MAZAK: "ŞEHİRLERİN MERKEZİ HER ZAMAN İNSANDIR"

 

2020 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından gezi yazısı alanında ödüle layık görülen Mehmet Mazak ile yeni kitabı Şehrin Sesi dolayısıyla şehir, kültür, medeniyet ve insan konularını konuştuk. Mehmet Mazak’ın hemen her konuda, insana ve onun değerlerine yönelik yaptığı vurgu, dikkat çekiciydi.

 

Şehir Kokusu kitabınız 2020 yılı Türkiye Yazarlar Birliği tarafından gezi yazısı dalında ödüle layık görüldü. Tebrik ediyorum. Şehir yazıları yazma fikri nasıl gelişti sizde?

 

Öncelikle Enver Bey sizlere böyle bir röportaj imkânı verdiğiniz için teşekkür ederim. “Her şey bir şehri sevmemle başladı”, o sevdiğim şehir İstanbul’dur. İstanbul’a henüz 12 yaşındayken gelmiştim. Bir sene yaşadıktan sonra memleketim Mersin Erdemli’ye döndüm. O sıralarda İstanbul sevdam, içimde kök saldı. 1991 yılında Üniversitede okumak için tekrar İstanbul beni kendine doğru çekti. Üniversite sonrası 1995 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı'nda iş hayatına başladım. O dönem Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yeniçağ Tarihinde yükseky lisans yapmaya başlamıştım. Tez aşamasına gelince yaşadığım şehre katkısı olması için Muallim Cevdet yazmaları arasında bulunan 1802 Tarihli İstanbul Kayıkçı Esnafı Sayım defterleri üzerine çalışma yaptım. Bu çalışmayı yaparken Boğaziçi, Haliç ve Marmara kıyılarında bulunan 130 civarındaki kayık iskeleleri, iskelelerde görev yapan kayıkçıları ve İstanbul’un, kimsenin dikkatini çekmeyen, sosyal ve gündelik hayatına dair birçok konuya vakıf olmaya başladım. Sonraki senelerde İstanbul’un aydınlatma tarihi, temizlik tarihi, ulaşım tarihi gibi konulara merak salarak çalışmalar yaptım, kitaplar yayınladım. Böylece şehrin gündelik hayatına dair merakım ve gözlemlerim devam etti. Şehre dair okumalarımı arttırdım. Her geçen zamanda bu şehre dair gözlem ve okumalarımın artması ile şehir kültürümüze dair eserler vermeye başladım. 27 yıldır bütün gayretim ve çalışmalarım şehir üzerinedir. Şehir Kokusu kitabım ile TYB ödülü almış olmamdan dolayı tabii ki mutlu oldum, ancak benim şehir kültürü üzerine başucu kitabım veya en önemli eserim bu diyemem. Kendi alanında başvuru kaynağı diyebileceğim çok daha önemli eserler kazandırdığımı düşünüyorum.

 

Şehir dendiği zaman merkezine insanı koymamız lazım… Şehre kimlik kazandıracak kişileri bulup onların çevresinde halka oluşturmalıyız…” diyorsunuz. Şehir, insan, kimlik bağlamında neler söylersiniz?

 

Şehir, insana kimlik kazandırır. Şehre değer kazandıran ise insandır. Sütçü İmam’ı bilmeden ve anlamadan Maraş’ı anlamak mümkün değildir. Yedi Güzel Adam’ı öğrenmeyen Maraş’ı idrak edemez. Bazen de bir şehrin kimliğini oluşturan, bir aktörden ziyade sıradan bir esnaf, bir yazar, bir işçidir. Biz şehirlerin kimliklerini insan üzerinden okumaya gayret edersek o şehirde kendi hâlinde yaşayan bir kişinin şehre nasıl kimlik kazandırdığını da görebiliriz.

 

Benim fikrime göre şehrin merkezi, şehrin insanlarının toplandığı, sosyalleştiği ve şehrin kalbinin attığı yer olan, şehrin en büyük camii, bir diğer adıyla Ulu Camii’dir. Sizce şehrin merkezi neresidir?

 

Bana göre şehrin merkezi “insan”dır. Nasıl ki insanın merkezini kalp ve gönül olarak tarif ediyorsak, şehrin merkezine insanı oturtmamız lazım. “Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde/ Bakıcak dîdâr görinür ol şârın kenâresinde”. İnsanın merkezini yani kalbi anlatır Hacı Bayram Veli. Bizim şehir medeniyetimizde şehrin merkezinde camii, hamam, medrese, meydan ve çarşı bulunmaktadır. Tabii ki ulu camii varsa, o şehrin merkezi oradır diyebiliriz.

 

Bizim gibi köyde doğup büyüyenleri doğduğu topraklara çeken bir şey vardır. Oraların ruhu olduğu için midir bu? Şehirde doğup büyüyen yeni nesilde böyle bir durum göremiyoruz. Hangi şehirler insanın ruhuna dokunur?

 

Hepimiz doğduğumuz büyüdüğümüz köyleri, kasabaları özleriz; oraların kokunu her daim ararız nerede olursak olalım. Doğup büyüdüğümüz bu yerlerde dedemizin kokusunu, ebemizin şefkatini, çocukluğumuzun masumiyetini, babamızın mücadelesini, annemizin sıcacık bağrına basışını ve şefkat kokusunu hatırlarız. İşte köylerimizde bu kokuları yeniden duymak için sıla-i rahim yaparız. Bizi köylerimize ve doğup büyüdüğümüz yerlere çeken oranın ruhudur. Bir şehrin gizlerine ve derinliğine ulaşabilmek, şehrin tarihsel derinlikteki fısıltılarını duyabilmek için o ruh derinliğine sahip insanlarla karşılaşmalı, tanışmalıyız. Öyle insanlar yetiştirmeliyiz ki; kentleri birbirinden farklı kılan kimlikler oluştursun ve bu kimlikler korunup ihya edildikçe o şehirlerin ruhu inşa edilmiş olsun. Şehrimizi ve mekânlarımızı insan merkezli, Batılı soyut ve soğuk yapılardan arındırarak, yerli, sıcak ve kuşatıcı yapılar topluluğu hâline getirmeliyiz. Her şehrin ruhu olmayabilir ancak yaşadığımız şehre ruh kazandırmak bizlerin görevi. Medeniyetimizin inşa yerleri medinelerdir/şehirlerdir. Kültürü, istikameti ve ruhu olmayan şehirler, bir medeniyet tasavvuruna sahip olamayan şehirlerdir.

 

Son kitabınızın ismi Şehrin Sesi… Her şehrin kendine özgü sesleri mi vardır? Şairin dediği gibi “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” desek bugün, hangi sesleri duyabiliriz? Modern şehirlerin sesi kaldı mı?

 

Her şehrin bir sesi, tınısı ve melodisi vardır. Kadim şehirlerin sesi daha belirgin olur, Davudî bir sese sahiptir. Modern şehirlerin sesi gürültü ve uğultu şeklinde kulakları tırmalar. Şehirlerde nedense yeni eklenen sesler değil de, geçmişten gelen, anlamı büyük melodiler, tınılar daha bir hoş gelir kulağa. Eski kadim şehirlerin en büyük özelliği bir ve beraber olmayı, birlikte söz söylemeyi, şarkılara birlikte eşlik etmeyi bilen insanların ortak değerler üzerine yaşaması ile anlamlı olur. Kadim şehirlerde esas olan şehrin sesi olmak, şehrin sesi olacak insanlara imkân tanımaktır. Şehrin sesi insanın sesi ve nefesidir. Şehrin siluetine uzaktan bakan biri o şehir hakkında bir yorum yapabilir. Gözleri kapalı bir insan şehrin sesi, tınısı ve melodisini dinleyerek şehri tanımlayabilir. Günümüz şehirlerinin çoğu birbirine benzediği, dolayısıyla şehirden çok kent kültürü hâkim olduğu için, sesleri Kema mayıs lettin Kamu’nun ifadesi ile “şehrin uğultusundan usanmış ruhumuz” olarak algılarız. Tanpınar’ın deyişiyle modern şehrin sesi “uğultu değirmenine” dönüşmüştür. Modern şehirleşmeyle birlikte şehrin seslerinin yanında aslında kaybolan komşuluk ilişkileri ve samimiyet oldu.

 

Şehrin Sesi kitabınızda neyi anlatmaya çalıştınız?

 

Her şehrin bir sesi-tınısı, kokusu, tadı, ruhu ve mimarisi olduğunu, şehirlerin de tıpkı insanlar gibi duyulara sahip olduğunu vurgulamak istedim. Şöyle başladım söze; “Şehirlerin gönül kapıları vardır girmesini bilene. Şehrin pencereleri vardır seyretmek isteyene. Kadim şehirlerin sesi, insanın sesidir. Şehir gönül kapısından girenlere kendini anlatır. Penceresinden bakanlara içerisinde barındırdığı hikâyesini, edebiyatını, tarihini ve kültürü derinden geleni fısıldar. İşte o fısıltı şehrin sesidir.” Ben şehrin sesini duydum ve kaleme aldım, gerisi okura kalmıştır…

 

Söyleşi: Enver Çapar

 

Evelâhir Sayı - 9